“Kimselere söyleyemediğim şeyleri yıldızlara söylüyorum.” Behçet Necatigil, Sevgilerde

Bazı düşünceler bilince çıkmak için sabırsızdır. Ön bilincin eşiğinde beklerler. Bir anlık bir çağrışımla yüzeye çıkabilir, bir şarkının sözlerinde kendini ele verebilir, bir koku ile geçmişi bugüne taşıyabilirler. Ama her düşünce böyle değildir. Bilinçdışındaki düşünceler yok olmazlar; rüyalarda, dil sürçmelerinde, tekrarlayan davranışlarda, semptom olarak ortaya çıkan acı, ağrı, sızı, gerilim ve yakınmalarda kendilerini hissettirirler. “Ön

Tatlı Acı Bir Serâba Düşmek: Karga ile Tilki

Tatlı sözlerle Karga’nın ağzından peyniri kapan Tilki’nin hikayesini anımsadınız mı? Geçenlerde aklıma düştü bir resmini yaptım, o zamandan beri geziniyor benimle. Fabl La Fontaine’den Orhan Veli’nin çevirisinde şöyle geçiyor: Karga İle Tilki “Bir dala konmuştu karga cenapları; Ağzında bir parça peynir vardı. Sayın tilki kokuyu almış olmalı; Ona nağme yapmaya başladı: ” Ooooo! Karga cenapları,mehabâ!

Yola bir çocuk olarak çıktık

Kendimizle ilişkimizi en çok etkileyen unsurlardan biri de geçmişimizi, kararlarımızı, seçimlerimizi, tepkilerimizi nasıl değerlendirdiğimiz oluyor. Şöyle bir düşünelim, ilk gençlik yıllarında meşhurdur bir sene önceki yılı felaket görmek. ‘Bunu niye yapmışım, ne kötü giyiniyormuşum, bu kararı vermeseydim hayatım çok daha iyi olurdu, neden böyle bir tepki verdim ne aptalmışım, şimdi olsa asla böyle yapmam…’ Geçmişe

Karne

Sözlük anlamına baktığımızda ; öğrencilere dönem sonlarında okul yönetimleri tarafından verilen ve her dersin başarı durumu ile devam, sağlık, yetenek ve genel gidiş durumlarını gösteren belge. Bu şekilde okuduğumuzda her şey aslında açık ve net görünüyor. Peki gerçekten sadece bir belgeyi mi ifade ediyor bizim için ? Bu konu hakkında kendimden yola çıkarak konuşmak istiyorum

Psişik Ölülük

Michael Eigen bir bebeğin çığlığı çoğu zaman hissettirdiği empatik acının yanında bir rahatlatma yaratır çünkü canlı olduğundan emin oluruz der. Yeni doğan bir bebeğin canlılığından uzun bir süre emin olamayız. Bu emin olmama sonrasında da devam eder. Ne kadar canlılığı kaldırabiliriz? Eigen, Freud’un organizmanın  kendi hassasiyetinin kendisine çok fazla enerji yüklediğinden bahsettiğini hatırlatmıştı. Canlı olduğumuzu

Yas tutmak ve özgürlük

Yas kişiyi yaşamda ve aşkta yeni bir yatırıma yöneltir (Laplanche ve Pontalis, 1973). Yas hakkında düşünürken “kaybedileni geride bırakıp önüne bakmak” şeklinde bir düşünceye kapılabiliyoruz. Bu düşünce bir bakıma anlamlı gelebilir. Çünkü kayıpta gerçekten de geride kalan bir şey vardır. Fakat geride kalan şey kişinin kendisinden ayrı değildir. O bağlantı, kurulan duygusal bağ, yapılan ruhsal

Özgürlük hissinin acı vermesi

Gelişimsel olarak çocuk onu kucaklayan, tutan, saran, aynalayan bir nesneye ihtiyaç duyar. Başlangıçta nesnesine mutlak bağımlıdır. O bakar, onun baktığı yere bakar. Onun dokunduğu yeri duyumsar, onun sesine karşılık tepki verir; kendi sesini onun sesini duymak için yükseltir. Burada çocuğun nesnesine yönelik hassasiyeti, kendisinin yaşamda kalmasına ve onunla etkileşmesine yönelik acil bir ihtiyacıdır. Büyüyen çocuk,

ERGENLİKTE CİNSELLEŞEN BEDEN

Ergenlikte insan bedeni çok hızlı bir değişim geçirir. Ve ruhsal işleyiş bedene senkronizeolmakta, onu takip etmekte, ona uyumlanmakta zorluk yasayabilir. Beden, çocukbedeninden çıkmaya başlar fakat ruhsallık hala çocukluğun ebeveyne bağımlılığını taşır.Dolayısıyla ergenlikle birlikte bedenin cinselleşmesi, hala ebeveynlerine bağımlılığınıyoğun bir biçimde taşıyan kişi için çok kaygı ve korku uyandırıcı olabilir. Bu kaygı vekorkular; kişiyi cinselliğini tamamen

SAHTE KENDİLİK

Winnicot, bakımverenin bebeğe aşırı müdahil olmasını veya kendini duygusal olarak hiçerişilebilir kılmamasını ele alır. Çok erken bir evrede, aşırı müdahaleler veya aşırı yoksunbırakmalara maruz kalan bebek, kendi istek ve ihtiyaçlarını yok sayarakbakımvereninkilere uyumlanmaya başlar. Bebeğin hangi müdahaleyi aşırı olarak veyahangi mesafeyi yoksunluk olarak deneyimleyeceği yine kendisi ve bakımvereni arasındakiözel ilişki içinde saklıdır.Sahte kendilik, kişiliğin sürekli

İHTİYAÇ VE ARZUYU İFADE EDEMEMEK

Bebek, ihtiyaçlarını bedeninde şiddetli bir mahrumiyet hissederek bakımverenden talep eder. Kohut, bebeğin, ebeveynden beklediği yanıtın yokluğuyla, ihtiyaçlarını gizlemeye yönelik arzu duyduğunu söyler. Yani bebek ihtiyacına karşılık bakımvereninden bir yanıt alamadığında, ihtiyacı olduğu şeyleri ve bizzat ihtiyacını gizlemeye çalışır.Elbette insan, bu kadar küçükken ihtiyaçlarını tamamen gizleyemez. İhtiyacını ve arzusunu ifade etmek için gürültülü ağlamalar veya sessiz

Ölümlerden Ölüm Beğenmek

Bu yazıyı ilk Dalgın Sular projesi ile uğraşırken yazmıştım. Ölüm, hem çok kişisel bir sorgulama hem de dedem dışında acı kısmı ile dile gelmeyen, İskender hocamla sohbetlerimizde baş köşede oturan bir şeydi. Baş köşeye oturtup ikimizde nasıl başa çıktığımıza dair ahkamlar keserken bu konu üzerine yaz dedi bana hocam. Emir büyük yerden gelince işe koyulmuştum

Her Çocuk Parmak İzi Gibi Tektir

Parmak izimizin dünyada bir tek bize ait olduğunu duyduğumda çok etkilenmiştim. Düşünsene demiştim kendi kendime dünya var olduğundan beri milyarlarca insan dünyaya gelmiş ve hiç birinin parmak izi bir diğerininki ile aynı değil tıpkı annemiz ve babamız gibi onlardan sadece ve sadece bir tane var. Şimdi biz anne ve baba olarak baktığımızda üç dört tane

Çocuklara Soru Sorma Sanatı

Hepimiz anne ya da baba olarak çocuklarımızı acaba okulda neler yapıyorlar diye merak ederiz. İlk anaokuluna başladıklarında ağlayarak bıraktığımız için belki de çoğumuz vicdan azabı çekmiştir. Oysaki çocuklar anne ya da babalarının gittiklerinden emin oldukları noktada susarlar ve bütün gün de mutlu bir şekilde oyun oynarlar.  Ebeveynlerin gözlerinde kalan sahne ise gözyaşları içindeki çocuklarının yüzüdür.

Ne Kadarı Bizim? Ne Kadarı Onların?

Bir çocuğun eğitimi ne zaman başlar? Bu soruya herkesin farklı bir cevabı vardır. Bilimsel çalışmalardan birinde 20 yıl önce başladığı bir diğerinde de 100 yıl önce başladığı söylenir. 20 yıl anne ya da babanın kendi yetişme döneminde karar verildiğini savunurken 100 yıl anne ve babanın aile kökenine yani kuşaklar öncesine bu kararı dayandırır. Bu iki

Biricik Oğlum, Biricik Kızım…

Seni çok seviyorum öyle seviyorum ki bu sevgiyi hak etmek için hiçbir şey yapmana gerek yok. Seni sen olduğun, benim evladım olduğun için seviyorum. Bu koşulsuz sevgiyi bütün benliğinle hissettiğin için sen de kendini sevilmeye layık görüyorsun. Senin sınavlardan kaç aldığının bir önemi yok önemli olan mutlu olman ve gayret etmendir. Ben aldığın notu değil

Toplumsal Cinsiyet

Siz hiç oğlunuzu aslan oğlum, kızınızı cici kızım diye sevdiniz mi? Hiç kızınıza pembe oğlunuza mavi kıyafet aldınız mı? Çocuğunuza oyuncak alırken özellikle oğlunuza kamyon, araba ya da tamir aleti alıp kızınıza bebek ve evcilik oyuncakları almaya dikkat ettiniz mi? Oğlunuzu tanıtırken haylaz kızınızı tanıtırken hanım hanımcık diye tanıttınız mı? Muhtemelen bu sorulara doğal olarak

Mutluluğun Peşinden Gitmek

Mutluluk; TDK sözlüğünde “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlanmıştır. Mutluluk; bir duygudur. Duygudan bahsediyorsak ruhsallığın alanına girmişiz demektir. Ruh sağlığını da, kişinin kendi iç dünyasının dış dünyayla, diğer insanlarla uyum ve denge içinde olmasıdır, diye tanımlayabiliriz. Freud, ruh sağlığını “sevmek ve çalışmak” olarak tanımlar. Kendini ve çevresindekileri sevme kapasitesine

Her Arzu Her Yere Birden Bakar

Hepimiz başka başka sebeplerle bu cümleyi en az bir kere kurmuş ya da kurulduğuna şahit olmuşuzdur. İnsan doğası gereği doyumsuzdur.  Neden? Çünkü eksiktir. İstekleri, arzuları, arayışı hiç bitmez. Arzusu hiç sönmez. Doğumla birlikte eksilmiştir. Bütünden kopmak zorunda kalmış bir parçadır. Lacan insanın; ihtiyaçları, istekleri ve arzuları arasında kaldığını ve hangisinin nerede başlayıp bittiği bir türlü bilinemez der. Çoğu zaman birbiri

Arzunun İkiz Değerliliği

Bastırılmışın geri dönüşü, bastırılan her şey geri döner. “Bastırılanın Geri Dönüşü” çok heybetli değil mi? Bende; başka diyarlardan, çok uzak, bilinmeyen yerden gelen hatta karanlık bir şey çağrışımı yapıyor. Meslek hastalığı olsa gerek bu bilinmezliklere bir merak bir muhabbet duymam. Burada bireysel olandan dem vuracağım ama işin toplumsal tarafını da merak edenler Nurdan Gürbilek’in “Vitrinde