Gelişimsel olarak çocuk onu kucaklayan, tutan, saran, aynalayan bir nesneye ihtiyaç duyar. Başlangıçta nesnesine mutlak bağımlıdır. O bakar, onun baktığı yere bakar. Onun dokunduğu yeri duyumsar, onun sesine karşılık tepki verir; kendi sesini onun sesini duymak için yükseltir. Burada çocuğun nesnesine yönelik hassasiyeti, kendisinin yaşamda kalmasına ve onunla etkileşmesine yönelik acil bir ihtiyacıdır.
Büyüyen çocuk, artık nesnesinden uzaklaşacak yetileri kazanır. Ve yavaş yavaş ayrılma denemelerine başlar. Özellikle çocuğun emeklemesi ve yürümesi ayrılma ve bireyleşme denemelerinin en güçlü adımlarıdır. Bu noktada şöyle ilginç bir şey var; artık çocuk anneden ayrılabilmek gibi bir seçeneğe sahiptir. Bu onun içsel özerklik, özgürlük hissinin ilk tohumudur. Artık ‘ayrılabilirim, gidebilirim, yapabilirim’ gibi bir güçlülük hissi ile özgürlük deneyimi içine girebilir.
Fakat eğer çocuğun bireyleşmesi, kendiliğinin kaybıyla eş zamanlı olarak deneyimlenecek bir nesne kaybıyla sonuçlanacaksa, bakımvereni orada onu aynı coşkusuyla, tutarlı varlığı ile beklemeyecekse, o zaman bu özgürlük hissinin aynı zamanda acı verdiğini söyleyebiliriz. Çocuğun kendisine göre, kendisini öne çıkaracak, kendisini ortaya koyacak, kendisine göre bir söz , hareket bir şey yapacak olduğunda nesnesini kaybedecek olması onun için çok çok acı verici bir ikilem yaratır.
Çünkü çocuk buradaki kaybı yalnızca ‘nesne kaybı’ olarak deneyimleyebilecek olgunlukta değildir. Buradaki kayıp çocuğun parçalanması, dağılması, yok olması, ezilmesi gibi çok daha yıkıcı deneyimlerle ilgilidir. Ve özgürlük hissi, acı verici hale gelir.
Aslı Gökçe TÜRKMEN